
Aki
Mini Öykü
Aki

"Tozlardan oluşma saçlar, makaslar kadar uzun tırnaklar; bir de ince mi ince bilekleri var. Gölgeler giymiş cılızdan da cılız bedeni erkek mi, dişi mi? İnsan mı yoksa bambaşkası mı, belli değil. Bilemiyorum... Yüzyıldır şu üst üste binmiş mumlardan oluşma, incecik ağacın dibinde bekliyorum. Etrafımda ölü tavşanlar kol geziyor. Yürümüyor bulutlar, tükenmiyor karanlıklar. Tepedeki lacivertlik bir göl değil, ayaklarımın dibindeki pembelikse kaygıların en güzelini taşıyor. Durduğum zamansızlıkta, sekiz katmandan oluşma bir tabloda, sonsuzca yaşıyorum. Neyim ya da kimim, bilemiyorum. Ama bazen onu görüyorum. Fırça darbelerinden yansıyan seslerini, köşeye sinmiş imzasındaki ismini ve tuvalime vurdukça uzayan gölgesini. Seni görüyorum Aki!..
...Diyebilmek isterdim ama bildiğimle kaldım. Onun adını her duyduğumda gıcırdayan dişlerime sorarsanız en büyük sebebin, Aki'nin Grownia'nın çok farklı noktalarında yaşayan küçük çocukların ortak "Uyku Şeytanı" tasvirine uyması olduğunu bir tıkırtıda söyleyiverirler. Gri uzun ve pasaklı saçları, simsiyah ve çekik gözleri, ufacık burnuna ek olarak uzun ince dudaklarıyla tasvir edilirken bile insanı germeyi başarır. Yani en azından ben şu an gerildim ve bak işte tırnaklarımı kemiriyorum; kemirmeyi düşünüyorum yani. Sen beni sabit görüyorsun, bense dolaşmayı düşünüyorum ve dolaştığımı düşündüğüm için şu dört sonsuz arasında yürüyüp duruyorum. Yukarı aşağı ve sağ sol... Her neyse Aki'yi merak etmiştiniz, beni değil…
Onun hangi tarihlerde yaşadığı bilinmemekle birlikte ölümüne dair bir kanıt da bulunmamakta. Hâlâ imzasını taşıyan ve daha önceden görülmemiş eserleri çıkıverir bir o köşede, bir bu köşede. Kimileri bu yeni hortlayan korku dolu çalışmaların taklitçiler tarafından yapıldığını düşünse de birçoğu Aki'nin ölümsüz olduğuna istemeyerek de olsa inanmaktadır. Sık sık "Şeytan," "Ölüm Meleği, " "Yüce Efendi'nin Oğlu," benzeri tanımlar kullanılsa da diğer canlılar gibi yaralanıp kan kaybettiği, yaşamak için mücadele ettiği, gerek hikâyelerden gerekse zatınca resmettiği savaş resimlerinden bilinmektedir.
Patlar onun resimleri. O durağan çizgileri, karanlık tüm renkleri, beyne düştüğü an büsbüyük patlamalar yaratır. Ardı arkası kesilmeyen rüyalara sebep olur birden. Kâbuslara mı demeliydim? Ama benim için tam olarak öyle değil.
Koyu tonları eserlerine gıdım gıdım yediren Aki birçok rengi farklı türlerin kanlarından üretir. Evet doğru duydunuz: Kan. Kan demişken insana has koyu kırmızı tonun da, eserlerindeki hakimiyetinden söz etmeden geçemeyeceğim. Yine bir eseri geldi şu an aklıma ve ürperdim. Lanet olsun! Neden bir ressam gökyüzünden sallanan bağırsaklardan beslenen insanlar çizer ki?
İnanır mısınız bilmem, zamanında benim de elime bir Aki resmi geçti. O zamanlar kendisini hiç tanımıyordum ve çizgilerine tam tabiriyle "âşık" olmuştum. Evet, o benim ilk gerçek âşkımdı. Sonrasında yine bir şekilde karşıma çıkan Aki tablolarına âşık olmaya devam ettim. Her neyse, ilk âşkıma döneyim. Küçücük bir yatak odasının masum bir resmiydi o. Siyah duvarları çiçeklerle dekore, odanın tüm zemini örten desenli keçe halısı yekpare... Sanki bir depremde eğilmiş gibi yan duran sağ duvarında kocaman bir ayna, tam karşısında ise simsiyah bir tahta. Tahtanın hemen önündeki mendilin üzerinde dağınıkça uzanmış tebeşirler, odanın ortasındaki sandalyeler ise pek haşır neşirler. Nasıl unuturum, yatağın baş ucu demirine sarılmış kırmızı kumaş parçasını ve nasıl unuturum sehpada yer alan içi boş, lacivert saksıyı. Anlatırken yine kabardı sanat duygum baksanıza, bir de karşı duvardaki pencereyi görürseniz, sakın yakından bakmasanıza. Pervaza tutunan o ufak parmakları tutmaya sakın kalkma, uyanırsın benim gibi aynanın arkasında…"