Ben Bunu Bir Yazayım
Mini Öykü
Ah Rindle, vah Rindle...
"Ben bunu bir yazayım."
Grownia'nın insan eliyle yazılı kaynaklara sahip ilk yıllarında yaşamış Rindle'ın en sık kullandığı ve onu ölümüne doğru adım adım yaklaştıran, tarihe mal olmuş sıradan sözüdür.
Arşivlemeden Sonra 104 – 2.Ay – 14. Gün
Birçoğu için sıradan bir günde, birinci yazılı çağda yıkılmamış olan büyücüler birliğinin topraklarında…
"Hoş geldiniz sayın gezginler, ben Kraliçe Jeroanna. Sizleri altı ana büyü okulu olan Simya, Nekromansi, Astral , Çağrı ,Ay, Güneş akademilerinin seçilmiş temsilcisi olarak..."
Her biri birbirinden farklı altı kulenin tam ortasında bulunan yüksek kubbeli, dekorasyonu görkemli dev salonda fazlasıyla dalgalı kızıl saçları omuzlarında, maviyle yeşil tonlar arasında gidip gelen gözleri ve siyah ten rengiyle büyüleyici güzellikteki Jeroanna'nın konuşması salondaki bir kişi hariç herkese göre münasebetsizce kesildi. Uzun ve yorucu bir yolculuktan geldikleri her hâllerinden belli olan beş kişiden cüce boyutlarında olan adamın kocaman açtığı ağzındaki altın dişi parlıyordu.
"Tekrar eder misiniz? Ben bunları bir yazayım."
Kısmen afallayan kadın, kızıl cüppesini düzeltti ve gülümseyerek tekrar konuşmaya başladı:
"Şey, tabii. Simya, Nekromansi, Astral, Çağrı, Ay …"
"Tamam. Peki kendinize bir ile yirmi arasında bir sayı verecek olsanız kaç verirdiniz? Bir en düşük, yirmi en yüksek…" dedikten sonra Rindle elindeki kalemin arkasını "bekliyorum," dercesine deftere hızla vurmaya başladı.
Birkaç saniyelik dumurun ardından, alandaki diğer herkesin utancıyla oluşmuş sessizliği bozmak adına Jeroanna sıkılarak cevap vermeye çalıştı:
"Kendime nasıl bir sayı vereyim? Ne dediğinizi anlamakta güçlük çekiyorum bay?.."
"Rindle güzelim, Rindle. Neyse onu bunu geçin de… Zaten bizim karşımıza çıkan herkes yirmi oluyor, çok uzatmanın alemi yok… Şimdi başka bir sorum var. Diyelim siz bir şövalyesiniz ve yaşadığınız şehirde kıtlık var. Şehrin kapılarına da düşman dayanmış ve erzak azalmış. Erzakı halka mı dağıtırsınız, tapınağa mı verirsiniz?"
"Ruhban sınıfıyla pek işimiz olmadığı için empati kurarak bir cevap vermem zor olur."
"Yaniiiii?.."
"Yani illa bir cevap vereceksem, halk olurdu."
"Ooooo anlatıcı torpili! Cevaplar çoktan hazırlanmış zaten. Artık sorularımı değiştirmem gerekiyor. Ben bunu da bir yazayım."
"Ne konuştuğunuzu anlamakta gerçekten zorlanıyorum," derken Jeroanna'nın kaşına bir seğirme konuverdi. Rindle'ın cevap vermesini beklemeden hemen lafa devam etti: "Kraliçe Lorelei'ın mektubu ile gelmiş siz değerli misafirlerimizi özenle hazırladığımız odalarınıza alayım isterseniz. Yemek servisi de odalarınızda yapılacaktır."
Misafirlerin yüzlerindeki ifadelerden onay almış Jeroanna, hizmetlilere el etti. Hizmetliler, Rindle'ın bulunduğu beş kişilik grubu gülümseyerek koridora doğru yönlendirdi.
"Odam pencereli olsun. Lavabosu da alçak olsun. Malum boyum biraz kısa. Yani aslında çok değil ama kısa. Ama beni delirtirseniz hepinizi deşerim…"
AS 104 – 5.Ay – 11. Gün
"Peki, ben bunu bir yazayım."
"Neyi yazıyorsun ufaklık?"
İri yarı demircinin hafifçe sinirlendiği gözlerinden okunuyordu. Ağır metal kokusunun duyulduğu taş binanın duvarları, yıllara okuduğu savaşın izlerini taşıyordu. Tezgâhın az arkasında, ikinci kata uzanan açık merdivenin korkuluklarına asılmış, artık ancak tereyağı sürebilecek kadar keskin tarihi kılıçlar cılız dekorasyona bir nebze de olsa hareket verirken, yan pencerenin önündeki çiçekler güneşe yönelmeye çalışıyorlardı.
"Ufaklık?.. Peki. Yazıyorum çünkü yani durduk yere kazık yemeyelim. Şimdi ben bu fiyatları diğer demircilerin fiyatlarıyla kıyaslıyayım. Neden? Çünkü kafanıza göre fiyat belirliyorsunuz. Ne açgözlü bir kasaba burası böyle canım? Şövalyelere şikâyet edeceğim hepinizi! Onlar da paralarını devletten alıp anca kız kessinler. Oh ne âlâ, biz burada üç beş sikke kazanacağız diye dağ bayır gezelim…"
Rindle, kalemini adamın suratına doğru tutarak söylenirken, kıpkırmızı olmuş adam bağırarak lafa girdi:
"Bak git, beni katil etme! Dükkânımı terk et yoksa portakal gibi sıkarım seni yer cücesi!" dedi adam, sıkma işlemini koca elleriyle sembolize ederek.
"SEN BANA NE DEDİN? PİS BİR CÜCE MİYİM SENCE BEN? KABA ADAM BİR DE LAFIMI KESİYOR. BIRAKIN OYA-..." diye bağıran Rindle'ı arkadaşları zorla tutup dışarı çıkardılar.
"Bıraksaydınız da yarsaydım kafasını gözünü itin," diye söylenip üzerini düzeltirken, biri hariç hepsi gözüne pek bir yabancı gelen yol arkadaşlarına baktı. Sahi bir yılda nasıl olmuştu da beş kişi başladıkları yolculuktan geriye sadece beyaz saçlı çağrıcı ve kendisi kalmıştı? Gözleri demircinin kapısına asılı örs işaretine dalarken elini çenesine koyup, kendisini koca evrende anlayan yegâne kişi olan iç sesiyle sohbet etmeye başladı.
İç sohbet her zamanki gibi, Rindle'ın ya olmuş olması ya da olacak olması beklenen hazine odasında yapılmaktaydı. Altın ve bilumum mücevheratın üzerine uzanmış sohbet eden iki Rindle'ın biri daha genç ve yakışıklı görünürken, diğeri karizmatik ve aristokrat görünmekteydi.
"Bu ufak çağrıcı sinirimi bozuyor. Hadi onu bu gece uykusunda yine tek bıçak darbesiyle öldürüverdim diyelim de şu samuray mı ne bok, ona ne yapacağım? Bütün gün oturduğu yerden osura osura meditasyon yapıyor. Tam bir işe yaracağını sandığımda da koca kılıcı ancak ve ancak duvarlara çarpıp ses çıkarıyor. Yani daha bir tane ete değdiğini görmedim kılıcın, tam öküz. Boşa erzak tüketiyor ama işte meditasyon denen şey neyse, uyku gibi değil yani, yaprak düşse bir gözü tak diye açılıveriyor. Taçsız kralları olarak, hadi bir süre daha hayatta kalsın diyeceğim, onu da yapamıyorum. Geçen gün bulduğumuz, uzun kılıçları kavramayı kolaylaştıran eldivenleri de cukka yaptı. Hayır tamam, uzun kılıçla pek işim olamıyor şu an, ama belki ileride olabilir yani? Yani belki seneye boyumun bir anda kırk elli santim uzamayacağını kim bilebilir?" dedi genç Rindle.
"Ah, sorma azizim! Hadi şu beyaz saçlı saftiriğe alıştık artık, kendince üç beş işe de yaradı. Hem ne yapsak görmezden geliyor ya da zaten kafasındaki bir iki tahtanın eksikliğinden ötürü arada beyni duruyor da olabilir… Ama bu ikisi gerçekten fazlalık yani. Şu diğer ateşli simer de bizi kaza süsü vererek öldürmeye çalışıyor sanki. Ne dersin?"
"Kesin! Fırsatını bulsa, şu mükemmel bedeni aleve verecek şerefsiz! Onun da sırası gelecek. Hatta öyle bir plan yapacağız ki üçünden aynı anda kurtulacağız… Ama önce şu demirciye hak ettiği cezayı vermek lazım. CÜCE nasıl bir hakarettir? CÜCE he!"
Rindle kendiyle yaptığı mükemmel iç sohbetten gülümseyerek ayrıldığında etrafında kimsenin kalmadığını fark etti. Grubun elemanları alabildiğince geniş pazarın farklı noktalarına çoktan dağılmış, o tezgâh senin bu tezgâh benim bakınmaktalardı. Kasabada o gün çok fazla olay olduğu için kayıtlar tam tutulamamış. Yine de bir şekilde "bunu ben bir yazayım," mottosunu gerçek kılan Rindle'a ait notlar detaylıca yazılmış:
"Demircinin o iğrenç kokulu ve zevksiz dükkânına, kapısını orta yerinden tekmeleyip kırarak geri girdim. Şerefsiz adam, yüzümdeki öfkeyi ve erkeksiliği okuduğunda korkuyla titredi. Tezgâhın arkasına saklandı, mal! Koşarak tezgâhın üzerine zıpladığımda ecel terleri dökmeye başlamış adamla yüz yüze geldim. Yalvaran gözlere aldırmadan, o koca ve çirkin burnuna sağlam bir kafa darbesi geçirdim. Bir an için acıdığım zavallı adam, iki seksen yere yapıştı. Adımı nereden bildiğine emin olamadım ama sonuçta ünüm Grownia'nın tüm köşelerini benden önce fethettiği için çok da önemsemedim. <Efendi Rindle, lütfen bırakın beni! Özür dilerim! İstediğin ne varsa alabilirsin ama lütfen canımı bağışla! Yoksa güzel ve cilveli kızım kötü yola düşer,> gibi yakarışları devam ederken merdivenlerin tepesinde beliren hediye paketi gibi giyinmiş kızı aşağıya indi. İ
Yirmili yaşlarının başında güzel kızın sarı saçları lüle lüleydi. Yeşil gözleri camın arkasındaki çam ağaçları gibi parlıyor, beni ve erkeksiliğimi gördükçe yanakları kızarıyordu. <Babamı affedin, lütfen Rindle Bey! Ne isterseniz yaparım,> diye kıvrılan yavrucak, babasını bahane ederek beni ayartmaya çalışıyordu bariz.
Kızının bu ahlaksız teklifinden sonra babasının yüzüne baktım. O da kızını bana sunma konusunda heyecanlı görünüyordu. Kıza bir kez daha baktığımda bana göz kırptı. Kafamı çevirip önce babasına, sonra bir kez daha kıza doğru baktım ve boynundaki o narin ve güzel inci kolyeyi gördüm. Kolye o kadar tanıdık gelmişti ki kesin bir zamanlar ya bana ya da mutlaka var olmuş olmaları gereken soylu sülaleme aitti. Bedenim ve irademle saldığım korku içerisinde altına işemiş babasının üzerinden kalkarken, kız çoktan yanıma sokulmuştu bile. Hâlâ yangınlı bir şekilde süzülüyor, ağzımın içine düşüyordu.
"KAHPE!" diye bağırdıktan sonra kızın suratına okkalı bir tokat bastım ve boynundaki aile yadigarımı çekip aldım. Kız yere düştükten sonra ayaklarıma kapanıp öpmeye başladı. Ayağımla onu ittirerek babasının üzerine fırlattım. İkisi köşede korkuyla titrerken insanları ucuz ürünleriyle kazıklayarak biriktirdikleri üç beş altını çekmeceden aldım ve yere tükürdükten sonra dışarı çıktım."
Rindle'ın yazdıklarının net bir şekilde korunduğu bilinse de hikayedeki bir takım ufak(!) tutarsızlıklar günümüz tarihçileri tarafından hâlâ içki sofralarında konuşulmaktadır. Rindle'ın yazıya döktüğü bu olayın ardından grubuyla birlikte şehirden kovuldukları ve sayılarının tekrar ikiye düştüğü birden çok kaynak tarafından doğrulanmıştır.
AS 105 – 1.Ay – 3. Gün
"Themmis bir saniye tatlım, ben bunu bir yazayım."
Themmis, Rindle'ın itiraf edemediği gizli aşkıydı. Yeni tanıştığı biriyle aşk yaşamaya başladığında onu öldürme planları yaptıysa da harekete geçiremedi. Çareyi onu uzaklaştırmakta buldu.
"Rahibeyim," diye takılan Themmis'in gerçekten bir rahibe olup olmadığını en yakınları hatta kendisi bile net bir şekilde söyleyememekteydi. Zira kendisi kuvvetli şifacılık yeteneklerine sahip, rahiplerle bütünleşmiş bir silah olan çivili gürz kullanımında da ustaydı. Fakat bunlar bir rahibe olmak için yeterli değildi. Ateist bir rahibenin iyileştirme kuvvetiyle kutsanmış olması herkes için bir muammaydı. Belki de Rindle'ı ona çeken bu olmuştu.
Birkaç yıl sonraki denk gelişleri göreve çağrılmaları nedeniyle olmuştu. İkili aradaki boşluğu kapatabilmek adına bir çardakta oturup konuşmaya başladılar.
"Themmis bir saniye tatlım, ben bunu bir yazayım."
"Tatlım mı? Karşında koskoca bir baş rahibe duruyor."
"Baş rahibe mi? Lan, düne kadar onunla bununla iş pişiriyordun! Hangi mal seni baş rahibe yapar ki?"
"Düzgün konuş, beynini yararım senin! Seninle laf dalaşına girmeye gelmedim buraya hadsiz!"
"Hadsiz ha? Tamam o zaman git hadi, naş naş! Aşüfte!.."
"Ne dedin sen," dedikten sonra ayağa kalkan sarı saçları topuz Themmis belindeki gürze uzansa da bırakıp arkasını döndü ve ekledi: "Büyük bir savaş arifesinde olduğumuz için…"
"Ne dedin duyamadım tatlım?" diyen Rindle, Themmis'in boynundan akan sıcak kanını ellerinde hissediyordu.
Rindle bu olayın hemen ardından bekleneceği üzere hızla kaçtı. Tabii önce Themmis'in üzerindeki ganimetleri aldı. Bunları atlayamazdı çünkü iddiasına göre o almazsa eşyalar birkaç saat içerisinde kaybolacaktı.
AS 145 – 7.Ay – 19. Gün
Bazı kaynaklara göre Rindle, bu iki olay arasındaki yaklaşık kırk yıllık sürenin ilk otuz yılı boyunca sefalet yaşamıştır. Ancak çoğu tarihçi bu kaynakların hikâyeyi yumuşatmak için Rindle tarafından güzellikle ya da zorla manipüle edildiğini düşünmektedir. Tarihin bilinen en büyük fırsatçısının sefil bir hayat yaşayacağını tasavvur etmek bile birçok tarihçi tarafından ayıplanan bir durumdur.
Rindle'a ait bu tarihli belgeler, kumarhanesinde ve hatta yazılı Grownia'da geçen son gününü anlatır.
Grownia'nın kıta aşırı bölgelerinde dahi kumarhaneleri ile bilinen Rindle, basit makinelerin ilk üreticisi ve pazarlayıcısı olmuştur. Boyunu uzatmak için yürüttüğü teknik çalışmalar zamanla büyümüş, bir sektör hâline gelmiştir. Rindle'ın mirası "Rindle Mekanikleri" yüzyıllarca varlığını korumuştur. Rindle Mekanikleri araç parçalarından lambalara, mutfak malzemelerinden kalemlere, mekanik saatlerden dürbünlere ve benzeri çeşitli yeniliklere imza atmış, Grownia tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur. Bir süre silah da üretmiştir ama yalnızca bir süre…
İşte Rindle'ın uğruna saçlarını ağarttığı eserini, sayısı bilinmeyen çocuklarına zoraki olarak miras bıraktığı o gün, ilk ürettiği toplu katliam silahlarının tanıtımını yaptığı günle aynıdır.
"Ben bunu bir yazayım."
Kocaman bahçeye kurulmuş, en az yirmi kişilik heybetli masanın baş ucuna oturmuş olan Rindle önündeki deftere bir şeyler karalamaktaydı. Masanın çevresini kuşatmışların giysileri önemli kişiler olduklarını âdeta haykırıyorlardı. Masanın az ilerisindeki düzeneklere oturtulmuş çeşitli silahlar, bahçenin uzak noktasında yer alan atış tahtalarına doğrultulmuştu. Etrafta en az yirmi kadar hizmetçi dolanıyordu. Hizmetçilerin hepsi kadındı ve balerin gibi giyinmişlerdi.
"Yazın bence de, Bay Rindle. Yani bu 'İlâh Fırlatan' adını verdiğiniz silah havalı görünüyor ama işlevi tartışmalı… Sanırım rastgele eklenmiş olan altın parçaları da biraz abartı durmuş gerçi ama zararı yok." dedi iyi giyimli, tek gözlüklü adam.
Rindle masadan kalkıp silahın başına gitti, kolu tuttu.
"Tartışmalı olacak bir şey yok. İşte burayı böyle döndürüyorsunuz, döndürüyorsunuz ve biraz daha döndürüyorsunuz ve patam! Çivi zınk diye fırlayıp hedefe saplanıyor." derken Rindle kendisine göre bir hayli büyük olan makinenin kolunu zorlaya zorlaya defalarca çevirdi. Son anda makinenin boru kısmından fırlayan çivi, karşıdaki hedef tahtasına kuvvetle girdi.
"Evet orası güzel ama çok yeni bir şey değil yani. O döndürüyorsunuz döndürüyorsunuz kısmı beş altı saniye sürüyor. Pratik değil." Dedi, yanında uşağıyla gezen şapkalı kadın.
"Ah öyle mi? Benim kraliçe tanıdıklarım var yalnız, ona ne diyeceksiniz?" dedi Rindle, masaya dönerken.
"Hiçbirini burada göremiyorum nedense?.." dedi başka bir kadın.
Ortamın gerginleştiğini gören Rindle'ın baş uşağı parmaklarını şıklattı. Hizmetçiler altın şişelerindeki şarapları getirip, misafirlerin yine altından kadehlerine doldurdular.
"Efendim, sonraki silahımız olan Dağ Deviren'i çalıştırıyorum izninizle?.." dedi uşak.
Rindle cevap vermeden eliyle onayladı, şarap şişesini hizmetlinin elinden alıp içmeye başladı.
Uşağın başına gittiği silah bir mancınığa benziyordu. Lâkin mancınığın boyutları küçüktü ve aksamı çoğunlukla yaylardan oluşmaktaydı. Uşak bir hizmetliden yardım alarak, yan taraftaki kocaman metal bir gülleyi kaldırıp silahın büyük kepçesine yerleştirdi. Ardından silahın yan tarafından çektiği uzunca bir ipe bağlı olan kolu Rindle'a doğru götürmeye başladı. Rindle eli açık bekledikten sonra kolu alıp konuşmaya başladı:
"Öncelikle Dağ Deviren basit bir mancınık gibi görünse de sıradan mancınıklara göre en az yirmi kat kuvvetlidir ve boyutlarına rağmen diğer mancınıkların fırlattığı büyüklükte nesneleri fırlatabilir. Ayrıca uzaktan da kontrol edilebilmektedir. Şimdi size göstereyim..."
Dedi ve kolu çekti. Silah harekete geçmeyince sinirlenip tekrar çekti ve tekrar çekti. "Ağzına sıçayım," diye söylendikten sonra gülümseyerek masadan kalktı, kolu silaha geri taktı. Silahı inceleyeceğini göz işaretleriyle belli edince, en yakındaki hizmetli yanda duran basamakları getirip silahın yanına yerleştirdi. Rindle basamakların üzerine çıktı, aksamı karıştırmaya başladı. Biraz daha yükselip makinenin kenarına vardı ve kepçeyi zorladı.
"Ah evet, buldum! Çok basit bir hata, yani hata bile değil, sadece sıkışmış. Ben bunu bir ya," derken hikâyelerde dev, gerçekte minik Rindle kendi ürettiği silahın üzerinden fırlayan kendi boyutlarındaki demir gülleyle birlikte uçuşa geçti. Silah gerçekten çok etkiliydi. O günden sonra yüz yıllar boyunca geliştirilerek kullanıldı. Rindle, uçuş yaptığı gülle tarafından kendi bahçesine gömülmeseydi, en büyük başarısıyla övünebilecekti.
Koca gülleyi Rindle'ın gömülü olduğu toprağın üzerinden asla kaldırmadılar. Grownia'nın tüm köşelerinden gelen gayri meşru çocukları güllenin etrafını kapatıp üzerine bir mabet ördüler. Çocukları, irili ufaklı hazineleri paylaşılırken çıkan kavgada birbirlerini boğazladılar. Kırk kadar ufak insanın birbirlerinin gözlerini oymak suretiyle ettikleri kavga hizmetliler için unutulmayacak kadar absürt bir an olmuş olmalı ki içlerinden birinin resmettiği "Ufak Hesaplaşmalar" adındaki eser hâlâ Grownia'nın en değerli eserlerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir.