
Keiran'ın Hikayeleri
Mini Öykü
Keiran'ın Hikayeleri
Min-Lin

Sanıyorum ilk sahne deneyimimdi. Çok çılgın bir eserin en kritik perdesindeydik. Tabi benim yaş o zamanlar on iki, on üç falan… Ufak velet rolü oynuyorum. Annesi uzaydan gelen robot karıncalar tarafından kaçırılıp damızlık olarak kullanılmaya başlamış bu veledin babası da Grownia'nın tek hakimi bir kralmış. Eşinin kokusundan mahrum kalan Kral Babam uzaylılara akıllarının hayallerinin alamayacağı bir saldırı yapıyor ve koca uzay ufak bir kar küresine kapanıyor. Küre de işte bizim tiyatronun geçtiği mekanların bütünü oluyor.
Bön bön bakmanızı anlıyorum tabi, biraz uçuk kaçık bir eser. Neyse detayları geçeyim çünkü çok garip yani… Üçüncü perde falandı. Babam ve komutanıyla birlikte nihayet annemize ulaşıyoruz. Annemiz de dev bir karıncaya dönüşüvermiş. Komutan kılıcını çekip asker karıncalara saldırıyor, Kral ise koşarak karıncaların kralıyla savaşıyor. Benim rolüm de anneme sarılıp onu eski haline çevirmek. İlk birkaç adımı estetikçe atıyorum. Sahne ışıkları bana dönüyor, koşuyorum ve zıplıyorum. Tam karınca kılıklı anneme sarılacağım bir iğrenme, bir tiksinme… Kocaman kusmuk suratına yapışıyor, annem de yuvarlanıp kusuyor ve sonra tüm sahne. Ardından tüm seyirciler birbiri ardına öğürerek asla var olmaması gereken bir koroyu var ediyor.
Kendime geldiğimde her yer kusmuktu, her yer. Yürürken önce ağladım sonra kahkaha attım. Deliler gibi gülerek sahneden çıktım. Ertesi gün ise tüm gazeteler beni yazdı. Sanırım metnin yazarı bu versiyonu daha çok beğenmiş ve eseri dramdan (bu konudan nasıl dram olur demeyin bana) komediye çevirme kararı almış. İstediğim zaman kusma gibi bir yeteneğim olduğunu fark etmemi sağlayan peşi sıra gelen gösteriler sonucunda çocuk tiyatrocular arasında en önemli isim olmayı başarmıştım.
Popülerliğim birkaç yıl sürdü sürmedi. E tabi en büyük yeteneği istediği zaman kusmak olan bir çocuktan da fazlası beklenemezdi. Okulda falan da bol bol kustum tabi o sıralar. Sonrasında da yemin ettim kusmamaya. Öyle içten bir yemin etmişim ki hala istesem de kusamıyorum. Sonrasında yüksek öğretim bahanesiyle şehir değiştirdim. Annem başta karşı geldiyse de çok direnmedi. Kadın haklı, "Kusan Çocuğun Annesi" olmaktan o da sıkılmış olmalıydı. Her neyse tiyatroya tabi ki devam ettim. İlk birkaç gösteride pek önemli roller alamasam da nihayet çatıdaki kedi rolümle yine hak ettiğim(!) yeri edinmiş oldum.
Neredeyse tüm oyun boyunca çatıda durmam ve son sahnenin kapanışında fırlayıp bütün oyun car car konuşmuş olan iş adamı kılıklı fareyi pataklamam gerekiyordu. Rol çok basitti ama ben tabi ki role fazlasını katmalıydım. Birkaç gün kedileri inceledim. Bol bol uyuyor, arada uyanıp yalanıyorlar ve sonra tekrar uyuyorlardı. Ben de biraz yalandım. Yani biraz kolumu bacağımı yalayınca daha da fazla yalayasım geldi. Bir de bakmışsınız ki neredeyse tüm oyun yalanıp durmuşum ve gösteri bir ara duracak pozisyona gelmiş. İzleyen öğrenciler ve veliler ne kadar mükemmel yalandığımı fark ettiklerinde bana farklı bir gözle bakmaya başladılar… Kısa sürede tahmin edersiniz ki "Yalanan Çocuk" oluverdim.
Sonrası biraz fazla erotik, daha yeni tanıştık sayılır. Gerçi uzun süredir seks kölesi olarak çalışıyorum ama yani yine de orası kalsın. Ha bu kaçırılıp köleye bağlanma işi bekleyeceğinizden farklı olarak bu yalama yeteneğim nedeniyle başıma gelmedi. O da bu geceki son komik öykümüzdür, yani trajikomik desek daha iyi sanırım…
Kusan çocuktan sonra yalanan çocuk olarak geçirdiğim dönemin ardından, tamamen silinip baştan başlamak adına, deniz aşırı bir yerde yaşama kararı aldım. İşte bu mükemmel şehir Caelio'yu bir arkadaşım nedeniyle zaten merak ediyordum. Sönmeyen ateşten bahsede bahsede beni terletip durdu aylarca ve işte onu görmek için ta buralara çevirdim rotayı. İlk geldiğimde bu kadar leş değildi tabi şehir. Biraz gezince yaşanabilir gibi geldi. En azından hareketliydi ve eğlenceli görünüyordu. İlk gün otele yerleşir yerleşmez sönmeyen ateşi görmeye gittim ve resmen büyülendim. Ah pek sonsuz, pek özgürdü. Durdurulamayan bir kuvvet, bitmeyen bir umut gibiydi. Ona yakın olmak zorunda hissettim ve çevresindeki mağaralarda yatmaya başladım. Ona tapmaya başladıkça daha çok yaklaştım ve sıcaktan yanmaya başladım. Hem yakın hem özgür olmalıydım. Yapılacak olan belliydi, pek zorlanmadım. Önce giysilerden arındım, ardından iç çamaşırlarımdan kurtuldum. Ateşin etrafında çırılçıplak dans ederken ayağım kaydı ve düştüm. Ayıldığımda işte burası. Sanırım hayatlarında sunulan en zahmetsiz köleyi edindiler kendilerine…