Savaş Manzaraları
Mini Öykü
Min-Lin
Kısacık mor saçları, kumaş örgüden üçgen küpeleri, kollarındaki dallı budaklı dövmeleri, yağmurda en geç ıslanan olacak kadar kısa boyları ve nedense bacaklarda varlığı göstermeyi tercih etmiş 45 50 kg civarındaki ağırlıkları tıpatıp, Min ve Lin avuç içleri birbirine dönük ellerinin parmak uçlarından birbirine yol yapmış alevden çizgiyle yıkık binaların arasındaki dar sokaktan hızla koşuyorlardı. Rakipleri üç gözlü dev yetinin nefesi kardan, gözleri ise buzdan soğuktu. Kendisinin üçte hatta neredeyse dörtte biri boyutlarındaki bu iki insancık ve aralarında öylece salınan alevden halat sayın yetinin osuruğuna değmezdi. Yetiler için "Osuruğa değmek" kadim bir iltifat, yüksek değer göstergesiydi.
Min ve Lin'in alevden ipi yetinin tenine değdiğinde ayakları çabuklukla harladı ve bir nefes süresinde ipleri koca bedenin etrafında üç tur dolandı. Ateş ateş fiyongu da taktıkları yeti ise hala donuk, pek de umursamazdı. Koca kollarındaki kasları gerdi, soğuk bedeninden yayılan buharı sıvı hali es geçerek donduruverdi. Cılız alev kadim buzun dokunuşuyla terki diyar eylerken sayın yeti bağırdı.
"Osuruğumu geçin, bıyığıma bile değmezsiniz ha ha!"
"Bir daha bak istersen." Lafı Min ve Lin'den aynı ağızdan geldi.
Yeti üzerindeki ipe baktığında teni gıcıklandı, aklı çığlık attı. Bu sıradan bir ip değildi. Hatta ve hatta bu bir ip bile değildi… Bu bir yılan mıydı? Olamaz diye içinden geçiren koca yetinin canı sıkıldı, ufacık kaldı. Yılanlar kutsaldı, ölüsünü parçalarsa saygısızlık yapmış olur sonsuza dek azap içerisinde cehennemlerde yanardı. İçinden lanetler okurken rakiplerine baktı, onlar çoktan alev almışlardı. Bedenleri kor, saçları yangından ikili üzerine doğru uçarken koca yeti çareyi yerde yuvarlanmaktan buldu. Ateşle yanan tüyleri yerde yuvarlanmasına neden olurken yeti nihayet "değdiğini" anladı. Kıçı öyle bir çığlık attı ki duyanlar dağların birbirine çarptığını sandı. Gayzer gibi fırlayan gaz ikizlerle buluştuğunda her yer kırmızıya boyandı. Yeti en az yirmi can almıştı almasına da ne yazık ki bunu anlatıp klanında seviye atlayacak kadar uzun yaşayamadı. İkizlerse patlamanın ardından artık tek bir enerji olmuşlardı. Belki de en baştan böylelerdi ve ikilik durumu sadece bir aldanmaydı.
KIRMIZI AŞKIN EŞİTSİZ DUASI
Doğan gün ışımıyordu. Rengi maviye dönmüş güneş gezegeni ısıtamıyordu. Onların kanatları yüzünden perdeleniyordu gerçeklik. Kumlar kara, karlar kana karıştığı esnada kıpkırmızı kristaller birbiri ardına krizantemler gibi açtı. Sipsivri yapraklarına yaşlı ve genç, güzel ve çirkin tüm bedenleri taktı.
Kıpkırmızı buz… Görülmedik, olmayan… Sadece onun tarafından çağrılan…
"Yargıç Deador Gaian…"
Buzdan bir çekici vardı, onun silahı can aldıkça büyüyen bir dağdı. Taranmaya değmeyecek kadar düz sarı saçlarına karlı bir fırtına dolanmıştı. Kılıçtan keskin lacivert bakışlarında sebebi olduğu her cenazeye ait bir mum yanmaktaydı. Mütemadiyen gülümseyen ince dudakları, düzene başkaldıran kirli sakalları, düğmesiz uzun cübbesi, asla iliklemediği gömleği ile Deador görünürde bir serseriydi. Gerçekte ise Kraliçe Eren Angelique'in baş rahibi…
Nasıl olabilirdi? Kuralları takmayan eşkıya olağanca hışmıyla orada, orduların başında bile değil, bambaşka bir kanatta, bohemliğiyle çarpışmaktaydı…
Karşısına çıkan milis güçler onun konumunun farkında değildi. Deador için de mevkisi hayli önemsizdi… Altı katlı mermer yapıyı kızıl buzla kaplar kaplamaz siyah deri eldivenli ellerini birbirine sürterek temizledi. Eğilip çizmesinin ipini bağladıktan sonra dudaklarında başlayan bir ıslıkla ayağa kalktı. Melodinin notalarını acının tizliğine vurup görkemli binanın kolonlarını buzun çatırtıları eşliğinde yavaşça kırdı. Islığın bitiminde kapkalın sesini yankılar eşliğinde bağırttı: "Rohoo liiii haaaaaaaaa!"
Bina tuzla buzdu. Deador olmayan seyircileri selamlayıp kendine alkış tutarken yanılıyordu. Sesini duyanlar, yaptığını görenler olmuştu. Gökte parlayan yüzlerce ok seyircinin performansına ilişkin beğenisini simgeliyordu.
"Ayıp ama…" diyen Deador, yere eğilip çizmesinin bağcığını kontrol etti.
Ateş, hava, toprak ve su elementleri ile bütünleşmiş oklar ona varmak üzereyken elini göğe uzatıp görünmez bir ipi çekti. Semavi bir varlık perde gibi adamın önüne dökülerek yere indi.
Kara kızıl kanatları alev içinde bu şey her ne ise, okların hepsini kürdan gibi kırıp yere serdi.
Toprağa saplı kırık kılıcın üstüne oturmuş karanlık varlık insanla melek arasında kalmıştı, genç bir adamı çağrıştırmaktaydı. Boyu altı metre kadardı. Kanlı kanatları kısmen dökülmüştü, kimisi çoktan kül olmuştu. Boynunda bir tasma vardı, tasmanın ucunda sallanan zincir kırıktı. Dizleri yırtık deri pantolon, çizmeler, kemer, küpe, kolsuz gömlek gibi giysilerin ve aksesuarların ayrıntılarını gözlerinde dönen renkli alev toplarının aydınlığında yakalamak mümkündü. Ancak çoğu dikilmiş kara saç tutamlarının bir kısmı yüzünün yarısını kapatıyordu. Genç ve de karamsar varlığın grinin tonlarıyla çizili bedeninde farklı sembol dizileri ve garip harfler yanıp sönüyordu.
O, Deador'un 'İsimsiz'iydi. Tıpkı onun gibi sürekli açlık çekmekteydi. Kutsal olan, lanetli olan fark etmez, canı çektiği ân parçalar ve yerdi.
Deador kendi zincirini kırmak için onun zincirini kırmıştı. Çünkü o da İsimsiz'i gibi başına buyruk hareket etmekten hoşlanıyordu. İkisinin en büyük arzusu özgürlüktü.
İkinci ok dizisi yaylardan fırlamışken Deador "Boş işler." diyerek yeniden dikildi.
İsimsiz, başını sallayarak onayını iletti. Tırnakları upuzun parmaklarını şıklatıp okları taşıdıkları elementlere yedirerek enerjiye çevirdi ve hepsinin kendine batmasına izin verdi. Ân sonrasında derisi elementleri özümsedi.
"Oh, mis!" deyince Deador, İsimsiz'in yüzünde açılan gülüş kısılan gözlerinden belli oldu.
Deador kıvanç duydu: "İyi, iyi mutlusun. Hadi gel şu sihirli okseverler derneğinin faaliyetine son verelim."
Güneşin civarında beliren semavi bir varlığı fark eden İsimsiz, Deador'u her zamanki gibi boşverdi. Koluna sarılı zincirin kancasını gökyüzüne fırlatıp kırık kılıcını topraktan çekerek yükseldi.
"Bok kurusu!" Deador içtenlikle gülümsüyordu ki okseverler derneği yeniden faaliyet gösterdi. "Sikerler!" diyen yargıç buzla kaplı çekicini çekip bacaklarını koşma pozisyonunda araladı. Bedenini hafifçe eğip duasını sırıtarak fısıldadı: "Onlar beni domaltmadan sen donat Yüksek Baba!"
Bedeninde açan buzdan krizantemler bir zırhı ördü. Miğferinin ters üçgen formlu maskesiyle yüzünü örten Deador, üstüne uçan oklara doğru koşmaya başladı.
Çekiciyle maça çıkmış yargıç, onu uzaktan izleyenlerin gözünde kumun üstünde uçuşan, ışığı kırmızı bir yıldızdı. Yargıç kendi oyun alanını kendisi kurmaktaydı. Çekiciyle yerinden kaldırdığı kum kümelerini havaya fırlatıp dondurarak kristal küreler yaratmıştı. Bilardo topları gibi birbirine çarptırıp sağa sola gönderdiği sekiz köşeli kırmızı küreleri ilerleterek koşmaya devam etmekteydi. Okçuların bulunduğu tepeye neredeyse varmak üzereydi.
Simyacılardan biri, uzuvlarını -altı kol, dört bacak- borularla döşediği, demir gövdeli, üç yüzlü golemini okçulara kalkan etti. Başını ve uzuvlarını yüz seksen derece çevirebilen golem megafon şeklindeki ağızlarını açıp siren sesleriyle bağırarak buz küreleri kırmayı hedeflemişti. Goleme altından kaplamalar ve devasa mızraklar hediye eden diğer simyacılar, kazanlar dolusu eriyiki tepeden aşağıya boca etti. Okçular içinse her daim atış serbestti.
Eriyik lav, oklar ve mızraklar sel oldu. Yargıç kürelerini patlatıp kırıklarını kilometrelerce koşturdu. O kadar ki kırıklar arazide beş altı Helsulvan kafası uçurmuş, rastgele saplandığı bedenleri dondurup yere dökmüştü.
"Eşitsiz Dualar" olarak adlandırılan gücün kaynağını bilen rahipler baş yargıçları Deador için Helut'dan gazap, lanet gibi şeyler dilemişlerdi. Ancak hiçbiri adama işlememişti, şimdilik.
Lavı dondurarak üstünden kayan Deador, golemin altı kolu arasında dans edip ağızlardan birine çekicini soktu. Çekiç golemin kafasında üreyip karlarını alana yağdırırken okçuların yarısı kılıç çekti, diğerleri hedefe kilitlenip yeniden hücum etti.
Deador birden fazla ok ve mızrakla zırhından olurken bedenen bolca yara almıştı ki golem patladı. Demir çelik ürünü parçalar savrulurken küçük çaplı bir fırtına yarattı.
Fırtınanın bir sonraki ânı alan içinde yer alan her şeyin donmasıydı. Gökten düşen incecik zincirlerse yargıçtan kalan canlı düşmanları uçlarındaki kancalara takıp cennete almışlardı.
İsimsiz'i gören birkaç okçu onu hedeflerken sağ kalmayı başarmış üç simyacı en yakın müttefiklerine doğru kaçmaya başladı. Onlardan biri planör açmıştı, biri tek tekerlekli bisikletine atlamıştı, diğeri ise tabana kuvvet denemesinde rekor üzerine rekor kırmıştı.
"Beni mi yeneceksiniz siz?" sorusunu soran Deador, kılıcını karşıladığı okçuyu tutup diğerinin üzerine fırlattı. "Üzülerek söylüyorum ki…" derken İsimsiz'e hamle yaptıktan sonra dalışa devam etmiş şimşekten oluşma kuşun gagası altından kaçmış, çekiciyle dönerek bir okçuyu yamaçtan dışarıya fırlatmıştı. "Bu imkânsız!"
Kan revan içindeki Deador zemine diktiği çekicinin sapına yaslanıp soluklandı. Alnından akan kanın yüzüne yapıştırdığı saç tutamlarını parmaklarıyla geriye doğru taradı. "Sana zahmet olacak ama biraz şifa gönder bana." derken gökyüzüne bakmaktaydı.
Aradığı şifa bulunamamıştı.
"Aman be! Bana hep gazap gönder zaten. Huh, neyse!"
Aşağıda bir şeyler olmaktaydı. Orada çok fazla ölü vardı. Belli ki Deador tepeye varmadan önce simyacılar ve okseverler derneği bir bölük Erderya askerini harcamıştı.
"Vay be!"
Şimdiyse naaşların etrafında gezen yeşilimsi bir sis vardı. Bir yılan gibi kıvrılarak hareket eden sis gitgide yoğunlaştığına göre biri tıp üzerinde çalışma yapmaktaydı.
Cübbesinin cebinden çıkardığı metal şişeyi diken yargıç, ağzını elinin tersiyle silip bir ayağını çekicin üstüne koydu. Diğeriyle kendini itip tepeden aşağıya doğru kaymaya koyuldu.
Naaşlara yeni bir hayat bahşetmekle meşgul nekromansır, sargı bezleriyle giyinmiş güzel ancak oldukça zayıf bir simer kadınıydı. Çıplaklığını gizleyemeyen bezleri uçuşturarak naaşları saran ve okşayan sarışın kadının zümrütlerden ibaret gözleri pasparlaktı. Kendisine yaklaşan Deador'u gördüğünde bakışlarında yemyeşil alevler harladı.
"Gelmiş geçmiş en seksi mumya, Chameli!" diyen Deador kadını selamladı.
"Deador, bu ne sürpriz!" diyen Chameli, zombilerinin bedenlerini eğerek selamı karşılıksız bırakmadı.
"Aman ne sürpriz, savaşıyoruz işte sizinle. Saçma sapan işler."
"Hayatım, bak ne güzel saçmalığın farkındasın. Her zaman söylerim sen akıllı adamsın. Şu hastalıklı kraliçeyle işin ne, anlayamıyorum doğrusu."
"Kendine baksana sen! Bir deri bir kemik kalmışsın, gelmişsin benim kraliçeme laf ediyorsun." derken adamın ifadesi hayli alaycıydı.
"Deador, yoksa söylenenler doğru mu? Âşık mısın bakim sen, hı?" diyen Chameli'nin sivri kulakları dikleşti. Dal kadar ince bedeninde açığa çıkan cilve altın halkalardan ibaret takılarına şıkırtılı hareketler bahşetti.
Deador ağzına bir puro götürdü, Thulann'ın yarısı kemikten zombisi kibritle puroyu yaktı.
"Ateş için sağ ol, Chameli. Yani biliyorsun, öyleyse neden soruyorsun?"
"Ah Deador, canım sevgilim, bir insan kadını için değer mi sence? Sizinkileri görüyorsun, yobaz sürüsü bunlar. İnancın bir olabilir anlarım ama kafa yapın, yani sen kelli felli adamsın, ne işin olabilir Buz Kılıç'la, ha?"
"Çok önemsiyorsun bazı şeyleri be Chameli! Helut ya da Edses, hatta Yüce Efendi bile temelde farksız kavramlar. Sıkıştığımız şu evrende bir tanrının ya da makinenin rüyasını yaşayıp duruyoruz. Zaten görüngüden ibaretiz, ha öyle olmuşuz ha böyle olmuşuz ne fark edecek?"
"Tamam, biz de onu söylüyoruz ya? Ne fark edecek? Sizin kraliçeler katlediyor bizi."
"Kraliçeler, kendilerine emredileni yapıyor."
Chameli, ince kemiklere dolanmış yılanla süslü asasının yardımıyla adama doğru yürümeye başladı. Bir ayağını yerde sürüyordu çünkü o ayak ters dönmüştü. Yargıcın ayağına baktığı Chameli tane tane konuştu: "Öyle mi? Söyler misin, bütün bunları kraliçelere kim emrediyor?"
"Zamanın sıçmıkları."
Chameli adama burun buruna gelecek kadar yaklaştı: "Hiç mi hiç ikna edici değilsin Deador. Kafanda bambaşka düşüncelerin döndüğüne adım kadar eminim, sevgilim."
"Ne yazık ki dönemiyor." diyen Deador sıkıntıyla nefes verip ekledi: "İzninle."
"İzin mi? Ne içinmiş o?"
Deador bedenini kadının bedeninden sakınmaksızın ağırdan eğilerek yere çöktü. Kadının ters duran ayağını alıp dizinin üstüne koydu. Kütürtüye ekli incecik bir acı nidasının ardından adamın dudaklarında yükselen fısıltı duyuldu.
"Zenthris nostralima… Benim adımla şifa ver ona…"
Adamın ellerinde parlayan mavi ışıma Chameli'nin önce bileğine, sonra çıplak bacağına dolandı. Bacağındaki ağrının hafif bir sızıya dönüşmesiyle rahat nefes alan kadın, adamın başını tutup karnına yasladı. Yetinmedi saçlarını okşadı.
"Sen hâlen benim sevdiğim adamsın. Lütfen vazgeç, görebiliyorum, ruhbanlar tarafından harcanacaksın."
"Yapamam Chameli, bunun için çok geç."
"Ben sana yardım ederim, sevgilim. İzin ver, rüya hiç olmazsa senin için kötü bitmesin."
"Bana hak etmediğim değeri verme." diyen Deador'un elleri kadının kalçalarındaydı. Yüzü kadının neredeyse deriden ibaret göbeğine gömülüyse de yaşayan ölüleri ve doğrulmuş silahlarını görebiliyordu.
Duyular dışı algısında sırtından vurulma ânına ilişkin birden fazla sahne açılırken, kadının işaret parmağının tırnağı bıçak kadar uzamıştı. Adamın ensesine saplanacaktı ki sahne hareketsiz kaldı. Deador yanaklarındaki izi belli belirsiz gözyaşlarıyla kendini kadından yavaşça çekti.
Chameli göbek deliğinden giren gözyaşının ilerleyip kalbini buza çevirmesi esnasında durumdan habersizdi. Sadece biraz üşümüş, biraz da ürpermişti. Onun yerden kaldırdığı naaşlarsa ölümü ikinci kez tadarken hayatın sunduğu acıları tekrar tekrar tecrübe etmişlerdi.
Çekiç her bir askeri özenle ezip toprağa serdi.
Deador iki yana açtığı elleri ve kapalı gözleriyle duasını seslendirdi:
"Niama revamiathas, serahisin!
Bedenlerde açan kan çiçekleri buz tutup patladı. Ruhlar birbirine sarılıp ağladı. Efendi uyurken ruhlar özgür kaldı. Ve efendi hep uyudu ki varlığı tutsaklığı tatmasın. Yüksek benlik onu uyandırmasın. Kimseler canını yakamasın."