tr

Siren

Mini Öykü

Siren

"Sağlıklı ve cazibeli bir beden, her simerin rüyasıdır. Biz ki kendimize verdiğimiz isimle simerler, siz masalcıların pek sevdiği isimlerle "elfler" ya da "cinler" Gezegen Grownia doğasının bir türlü sevemediği çocuklarız. Ne Jehena ne de Tera bize cömert davrandı, ikisi bir olup bizi öldürmeye çalıştı. Bilmezler mi atalarımız ve analarımız Gezegen Arinna'dan buraya taşınabilmiş tek tür. Bizde pes etmek olsaydı, titan saldırısından geriye tozumuz bile kalmazdı.

Kadim büyücüleriz biz. Ne istediğimiz kadar onu nasıl elde edeceğimizi de pek iyi biliriz. Kimse bizi kötülükle suçlamaya kalkmasın. Hep denedik ve hep deneyeceğiz.

Ben Chameli. İşinde uzman bir nekromansırım. Geliştirdiğim yeteneklerle sağlığımı kazandım. Ayrıca Grownia türleri üzerinde yıllar boyunca çalıştım. Başarılı ya da başarısız birçok çocuğum oldu. Doğurmadım, yaptım.

Sorunuza gelecek olursak, sirenler demiştiniz değil mi? Görünüşe bakılırsa zombi zemirler, biraz da nemfe benzerler ve tuhaf bir cazibeye sahipler. Sipsivri dişler, güçlü çığlıklar, en önemlisi de saçlarının olması hahahahay!

İtiraf etmeli, ilk sirenlerin oluşumunda payımız büyük. Bilirsiniz, melez türler her zaman için daha sağlıklıdır. Biz simerler de başka türlerle kaynaşmaya açığızdır. Gönüllü ya da gönülsüz, seçtiğimiz damızlıkları bir şekilde elde ederiz. Jehena ve Tera'nın bize vermediklerini Doğum Anne'nin karnını kazıyarak almayı pekâlâ biliriz.

Uzatmıyorum, 'Sirenal Doğum' hikâyeme dönüyorum. Hikâye tanımını kullanıyorum çünkü anlatacaklarım bir simerin epik başarısıdır, tarihe kazınmıştır.

Bir nemon, bir sirenk ve bir zemir erkeği içeren iki yüz iki geceli harem hikâyesinin sonucunda Mirakşaha Hatun'un güzeller güzeli yedi kızı oldu. Yedizdi kızlar ama görsel olarak aralarında küçük farklar vardı. Birinin gözleri elmastan, birinin gözleri yakuttan, öbürü zümrütten yeşil, diğerinin bir mavisi var ki ametistten güzel; kehribar sarısı, inci beyazı, kömür karası. Saçlar desen dört mevsim, yedi iklim. Sesler şiir, tenler nehir… Dore, Remi, Misa, Faimi, Solari, Lalani ve Sindra… Evet, Mirakşaha Hatun isim konusunda pek yaratıcı olamamış.

Kızlar güzeller, kısmen tüylere, kısmen pullara sahipler. Damarlarında akan kan bile ışıl ışıldı derler… Ama sorun şuymuş ki bu kızlar ne kadar yerlerse yesinler doymazlarmış… Doğuştan gelen günah 'Oburluk' olunca tanınan en şehvetli Azruvan rahibelerinden biri olan Mirakşaha'nın sinirleri oynamış. Çocukları önlerine ne koysa yiyorlar, kilo almadıkları gibi bir de zayıflıyorlarmış. Mirakşaha kızlarını çirkin bulmaya başlamış, o yüzden onları cehenneme atma kararı almış.

Kızları zindana kapatmış ve ateşe vermiş. Küllerini toplayıp nehire atmayı da ihmal etmemiş.

Şaka! Bu kadar kötü bir kadın güzelim şeytani yaratıkları neden yok etsin? Ahahahah! Hatun, cehennemini kızlarına göre yeniden dizayn etmek için şehvetin yatağından kalkıp oburluğun sofrasına yerleşmiş. Duvarlarını lacivert buzla inşa ettiği -lav ve su olmak üzere- çift nehirli cehenneminin ince işlemeli kapılarını kızlarına açmış. Onları babalarıyla donatılmış muazzam bir sofra karşılamış. Yemişler, içmişler, yüzmüşler, şarkılar söylemişler, giderek büyümüşler ve gelişmişler.

Mirakşaha Hatun onları besledikçe beslemiş. İnsan eti, zemir eti, sirenk eti, vermiş de vermiş. Şeytanlarla yatıp kalkan, hem çalan hem oynayan kızlar keyifli bir cehennem hayatının sonunda anneleri tarafından çağrılmış. Genellikle gerektiği kadar, bazense gerektiğinden fazla savaştırılmış. Her iş bitiminde küçük cehennemlerinin kapısı onları içine alarak kapanmaktaymış.

Birgün içlerinden birisi annesinin emrini dinlememiş. Şarkısıyla büyülediği insanı öldürmediği gibi onu öldürmeye çalışan kız kardeşlerinin önüne geçmiş. Ne özelliği varmış da bu insanın böyle yapmış bilinmez. Ama Sindra, insanı kaptığı gibi okyanusa atlamış. Diğerleri onun ardından yalvar yakar çığlıklar atmış. Mirakşaha büyüsel hükmünü sonuna kadar kullanmasına rağmen menekşe kokulu, kadife kadar yumuşak sesli kızını geri döndürememiş.

Sindra, diplere sürüklediği insana ne yaptı bilinmez ama tekrar ortaya çıkmış. Zemirlerin kıyı kasabalarının birine yakın olmalı ki onun kayalar üstünde mücevherler giyinmiş bir tanrıçayı özetleyen tasviri zemirlerin söylencelerine karışmış, tablolarına konu olmuş.

Sindra korkunç görünüyormuş ve bir o kadar da güzel. Arp çalıyormuş martılara. Sesini istiridyelere doldurup iletmesi için teslim ediyormuş dalgalara. Bir de devler devi bir balina varmış yanında. Onunla geziyormuş, en koyu sularda.

Bir süre sonra adı deniz cadılarınınkine karışmış. Kulaktan dolma birkaç şarkısı zemir kasabalarına taşınmış. Batan her gemide adının anıldığı günler de çok geçmeden gelmiş çatmış. Sindra artık sadece etin peşinde değilmiş, başka bir şeyin derdindeymiş ama neyin bilinmez…

Kız kardeşlerine gelince, onların annelerini yediği söylenir, birkaç sebepten ötürü… Buzun çivi yürekli şeytanı ne kadar zincirliyse bu kızlar da o kadar zincirli. Cehennemde yaşayan hiçbir varlık yoktur ki yeryüzüne çıkmak istemesin. Başarmış olmalılar. Sindra'yı bulmuş ve onunla savaşmış olmalılar ya da barışmış.

Söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi ücret olarak gözlerinizden birini alabilir miyim? Korkmayın acımayacak, çünkü çoktan uyuştunuz…"